Amerikalı araştırmacılar, Amazonlarda yerli rehberler eşliğinde araştırma gezisindedir.
Yolculuğun başında rehberlerine bir işaret levhası verip, bunu yüksek bir ağacın tepesine asmasını ve böylece yollarını kaybederlerse, bu kılavuz tabelaya bakarak, yönlerini bulacaklarını söylerler. Yerliler bu isteğe bir anlam veremez; ama yine de söyleneni yaparlar. “İşaret Levhası” ağacın tepesine asıldıktan sonra yola koyulurlar.
Bir müddet gittikten sonra Amerikalılar heyecanla bağırır; “Durun, kaybolduk!” Yerli rehber, bütün şefkatiyle Amerikalıya dokunarak; “Hayır” der, “Kaybolmadınız, bakın buradasınız” Amerikalı hiddetle; “Öyle değil be adam“ der “İşaret “Levhamız kayboldu” Yerli bütün sükunetiyle cevap verir; “O zaman niçin biz kaybolduk diyorsunuz? İşaret Levhamız kayboldu desenize. Biz, insanız. Kaybolamayız” Hepimiz bir şekilde tutturmuş bir yol, gidiyoruz. Sevgili Yılmaz Erdoğan “Bu yol nereye gider?” diye soruyor ve devam ediyor;
“Yol bir yere gitmez, o bir durma biçimidir. Ve yaşamak hızlı bir ölme biçimidir” Hızla o kaçınılmaz sona doğru gidenler ikiye ayrılıyor. Gerçekten ölenler ve ölümsüzler kervanına dâhil olabilenler. Gerçek ölüm tarihiniz; adınızı minnetle yâd eden son kişinin öldüğü gündür. O da ölünce siz hiç yaşamamış gibi olursunuz. Bedeniyle yaşayıp, bedeniyle ölenlerden geriye kalan bir avuç toprak…
Ama hayat bir avuç toprak için yaşanmayacak kadar kutsal. Ölümsüzler kervanına katılanlar, varlıkları varlığımıza armağan olanlar, “Baki kalan şu kubbede bir hoş seda bırakanlar”, varlıklarıyla gurur duyulanlar, yoklukları arananlar, başkalarının hayat filminde figüran olmayıp, kendi başrollerini kapanlar ise; hayat pusulasına sahip olanlar oluyor. Adına hayat denilen şu ölümsüzlük oyununda; hayatınıza anlam katacak, doğru işaret levhalarıyla karşılaşmanız dileğimle…