Bütün hamdler hamde lâyık yegâne Zât olup Kur’ân-ı Kerîm’inde Rasûl-ü Zîşân’ı hakkında:
“O nefsânî bir arzudan dolayı konuşmaz. O(nun söyledikleri), ancak (Allâh-u Te‘âlâ tarafından Cebrâîl (Aleyhisselâm) vâsıtasıyla kendisine) vahyedilmekte olan bir vahiydir.” (en-Necm Sûresi:3-4) buyuran Allâh-u Te‘âlâ’ya mahsustur.
Sınırsız salât-ü selâmlar Ebû Bekre (Radıyallâhu Anh)dan mervî olan Vedâ Haccı’ndaki hutbesinin sonunda:
“Burada hâzır bulunan(lar sözlerimi) burada olmayan(lar)a ulaştırsın. Zîrâ (burada) hâzır olan kişinin bunu daha iyi anlayan birine teblîğ etmesi (ulaştırması) umulur.” (el-Buhârî, es-Sahîh, el-‘Ilim:9, rakam:67, 1/37) buyuran Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e, Ehl-i Beyti’ne ve tüm sahâbesinin üzerine olsun
“Sahîh-i Buhârî”nin İlk Matbû Baskıları
“Sahîh-i Buhârî” İslâm tarihi boyunca üzerinde en çok çalışılan eserlerden biri olmuştur.
Kâtip Çelebi (Rahimehullâh), İmâm-ı Buhârî (Rahimehullâh)ın “Sahîh”i üzerine şerh, hâşiye, ta‘lik, ihtisâr ve benzeri türden yapılmış 80’den fazla çalışmanın ismini vermektedir. Günümüzde yapılan yeni bir araştırmaya göre de “Sahîh-i Buhârî” hakkında muhtelif türde gerçekleştirilen çalışmaların sayısı yaklaşık beş yüzü bulmaktadır.
Bu şâheserin bu kadar ilgi görmesinde hiç şüphesiz İmâm-ı Buhârî (Rahimehullâh)ın, hadisleri kabulde gösterdiği hassâsiyet, tertîb ve tasnifteki muvaffakiyeti yanısıra İmâm-ı Buhârî (Rahimehullâh)ın ihlâs ve samîmiyetinin de önemli tesiri olmuştur.
Öne çıkan bu ve benzeri özellikleri sebebiyle “Sahîh-i Buhârî” zaman içinde Allâh-u Te‘âlâ’nın kitabından sonra en sahîh kitap olarak bilcümle ulemâ nezdinde genel bir kabûle mazhar olmuştur.
“Sahîh-i Buhârî” târih boyunca birçok kere yazılmış, özellikle matbaanın İslâm dünyâsında yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte mahtût nüshalar (yazma hâldeki çalışmalar) matbû neşirlere dönüşmüş ve ortaya birçok “Sahîh-i Buhârî” metni çıkmıştır.
Bunlar arasında dünyâ üzerindeki tam metinli ilk matbû nüsha kabul edilen Hindistanlı âlim Ahmed Alî es-Sehârenpûrî (Rahimehullâh)ın (ö. 1880) Delhi’de yaptığı 1851-1853 târihli hâşiyeli neşri ile Sultân 2.Abdülhamîd Hân’ın masrafını kendi özel hazînesinden karşılamak sûretiyle 1893-1895’te Mısır’da yaptırdığı “Sahîh-i Buhârî” neşri öne çıkmaktadır.
Sultân 2.Abdülhamîd Hân Neşri’nin Özellikleri
“Sahîh-i Buhârî”nin en ilmî neşirlerinden birini teşkil eden Sultân 2.Abdülhamîd Hân neşri birçok yönden emsallerine üstünlük arz etmektedir. Neşrin en önemli özelliği “Sahîh-i Buhârî”nin günümüze ulaşan en güvenilir ve ayrıntılı nüshası olan Yûnînî (Rahimehullâh)ın nüshasını esas almasıdır.
“Sahîh-i Buhârî”nin yeni bir baskısını yapma fikrinin nasıl ortaya çıktığı belli olmamakla birlikte Sultân 2.Abdülhamîd Hân (Aleyhi’r-Rahmeti ve’l-Ğufrân)ın 1311 (1893) yılında bu yeni neşir için emir verdiği ve bu neşrin başta Yûnînî nüshası olmak üzere diğer mûteber nüshalara dayanılarak yapılmasını istediği kitabın mukaddimesinde belirtilmektedir. (el-Buhârî, Sahîhu’l-Buhârî, nşr.: Heyet, -Sultâniyye-, 1/3 -Mukaddime-)
Nitekim Sultân 2.Abdülhamîd Hân neşirde kullanılmak üzere “el-Hizânetü’l-Mülûkiyye”de (Saray Kütüphânesi’nde) bulunan yazma Yûnînî nüshasıyla diğer bâzı matbû nüshaları da Mısır’a göndermiştir.
Bunun üzerine kitabın tashîhi ile görevlendirilen ve Ezher ulemâsından oluşan bir heyet Ezher Şeyhi Hassûne en-Nevâvî (Rahimehullâh)ın başkanlığında yaptığı çalışmada İstanbul’dan gelenlere ilâve olarak Mısır’da bulunan bâzı mûteber nüshaları da dikkate almıştır.
Nihâyet bu heyet tashîh ve mukabele işlemini yaklaşık altı aylık bir sürede tamamlamış ve eser Bulak’taki Matba‘a-i Emîriyye’de dokuz cilt (iki mücelled) hâlinde basılmıştır. Kitabın ilk dört cildi 1. mücelledi, kalan beş cildi ise 2. mücelledi oluşturmaktadır.
Kitabın üzerindeki baskı kayıtlarında 1311-1312 târihleri okunmakla birlikte, son cildin sonunda baskının 1313 Rabi‘ulevvel ayının başlarında (Ağustos 1895) tamamlandığı belirtilmiştir. Nitekim Ezher Şeyhi Has-
sûne en-Nevâvî (Rahimehullâh)ın kitabın tamamlanması münâsebetiyle kaleme aldığı ve neşrin hikâyesinin anlatıldığı takrîrin sonunda 20 Safer 1313 (12 Ağustos 1895 Pazar) târihi okunmaktadır.
Hassûne en-Nevâvî (Rahimehullâh)ın baskının başında yer alan takrîrindeki beyânına göre Sultân 2.Abdülhamîd Hân sünnete hizmet etme gâyesiyle nakle ve akla uygun bir şekilde hadîs-i şerîflerin neşrine karar vermiş, bunun için de hadîs-i şerîf kitapları içinde sıhhati ile öne çıkan “Sahîh-i Buhârî”nin yazma ve matbû nüshaları karşılaştırılarak yeni bir baskısının yapılmasını ve ücretsiz olarak İslâm dünyâsına dağıtılmasını irâde buyurmuştur.
Hassûne en-Nevâvî (Rahimehullâh), Sultân 2.Abdülhamîd Hân (Rahimehullâh)ın bu tâlimâtının 19 Ramazan 1312 (16 Mart 1895) yılında Osmanlı’nın Mısır temsilcisi Gâzî Ahmed Muhtar Paşa ile kendisine ulaştırıldığını, İstanbul’dan gelen yazma Yûnînî nüshasıyla diğer matbû nüs-
haların Abdüsselâm Paşa el-Müveylihî eliyle teslim edildiğini belirtir.
Bu emr-i hâkânî üzerine kendisi Hanefî olan Hassûne en-Nevâvî (Rahimehullâh) dört mezhebe mensup Ezher ulemâsından on altı kişilik tashîh ve mukabele heyeti kurmuştur.
Tashîh heyeti yaptıkları çalışma sonunda kitabın tashîh ve mukabelesini büyük bir dikkatle tamamlamış olmakla birlikte ortaya çıkan matbaa hatâları her cildin başında “Hatâ-Savâb” cetveli hâlinde baskıya eklenmiştir.
Metinden önce yer alan mukaddimede ise Sultân 2.Abdülhamîd Hân’ın vesîle olduğu bu neşir faaliyetinden övgüyle bahsedildikten sonra Yûnînî nüshasının hikâyesi anlatılmış, ayrıca yazma nüshanın ilk sayfasında bulunan İbnü Mâlik’e âit ifâdelerle, son sayfada yer alan Yûnînî (Rahimehullâh)ın nüsha hakkındaki açıklamaları iktibâs edilmiştir.
Kitabın en başında Ezher şeyhinin takrîri ve muhtemelen ona âit mukaddime dışında Şeyhulislam Mehmed Cemâleddîn Efendi’nin mühürlü tasdîki ile altı kişilik tashîh heyetinin mühür ve isimleri bulunmaktadır.
Mukaddimedeki ifâdelerden anlaşıldığına göre basılan kitabın aslına uygunluğu Sultân 2.Abdülhamîd Hân’ın emriyle şeyhulislâm riyâsetindeki altı kişilik heyet tarafından ayrıca cüz cüz mütâlaa edilerek onaylanmıştır.
Elinizdeki Bu Nüshanın Husûsiyeti
Bu fakir kardeşiniz sizlere bir “Sahîh-i Buhârî” nüshası tabettirmeyi düşündüğümde şahsî kütüphânemde, Sultân 2.Abdülhamîd Hân’ın hazırlattığı baskıdan 1-2 sene sonra (1314-1315/1896-1897) tabedilmiş bir nüshaya rastladım ki bu eser Sultân 2.Abdülhamîd Hân (Aleyhi’r-Rahmeti ve’l-Ğufrân)ın baskısına birebir muvâfık olup hatâ-savâb (yanlış-doğru) cetvellerinde belirtilen tashîhleri kitaba dercedilmek sûretiyle bir kere daha tashîh edilerek basılmış bir nüsha idi. İşte sizler için o nüshayı tabettirdim ki nüshanın bu meziyetleri en sonda bulunan 9. cüzün 163. sayfasında mezkûrdur.
“el-CÂMİ‘U’S-SAHÎH” SÂHİBİ İMÂM-I BUHÂRÎ HAZRETLERİ
İmâm-ı Buhârî Hazretleri 13 Şevvâl 194 (20 Temmuz 810) Cumâ günü Buhârâ’da doğdu. Dedesinin dedesi olan Berdizbeh Mecûsî idi. Onun oğlu Muğîre, Buhârâ vâlisi Yemân el-Cu‘fî vâsıtasıyla Müslüman oldu. İmâm-ı Buhârî Hazretleri bundan dolayı Cu‘fî nisbesiyle de anılmıştır.
Dedesi İbrâhim hakkında fazla bilgi bulunmamakla berâber babası İsmâ‘îl’in, İmâm-ı Mâlik ibni Enes ve Abdullâh ibni Mübârek (Radıyallâhu Anhümâ) gibi âlimlerden hadîs öğrenen bir kişi olduğu bilinmekte ve İmâm-ı Buhârî Hazretleri henüz çocukken babasının vefât ettiği, hadîse dâir bâzı kitaplarının oğluna intikal ettiği anlaşılmaktadır. Annesinin ise duâsı makbûl dindar bir kadın olduğu zikredilmektedir.
İmâm-ı Buhârî Hazretleri’nin gözleri küçük yaşta bir hastalıktan dolayı görmez olmuştu. Annesi tedâvi ettirmeye çalıştı ise de oğlunun körlüğü devâm etti. Çocuğunun gözlerinin görmesi için uzun zaman duâ etti. Bir gece rüyâsında İbrâhîm (Aleyhisselâm)ı görüp ondan duâ istedi. İbrâhîm (Aleyhisselâm) ona: “Üzülme, Allâh-u Te‘âlâ oğlunun gözlerini geri verecek.” diye müjdeledi. Sabah olunca İmâm-ı Buhârî (Rahimehullâh) Hazretleri’nin gözleri tekrar görmeye başladı.
İmâm-ı Buhârî Hazretleri on yaşına doğru Muhammed ibni Selâm el-Bîkendî, Abdullah ibni Muhammed el-Müsnedî (Rahimehumellâh) gibi Buhâralı muhaddislerden hadîs öğrenmeye başladı.
On bir yaşlarında iken hocası İmâm-ı Dâhilî (Rahimehullâh)ın rivâyet sırasında yaptığı bâzı hatâları tashîh etmesiyle dikkatleri üzerine çekti. On altı yaşına geldiği zaman İbnü’l-Mübârek ve Vekî‘ ibni Cerrâh (Radıyallâhu Anhümâ)nın kitaplarını tamâmen ezberlemişti.
Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed (Rahimehümellâh) ile birlikte hacca gitti. Hac sonrası onlar memleketlerine döndükleri hâlde İmâm-ı Buhârî Hazretleri Mekke-i Mükerreme’de kaldı ve Hallâd ibni Yahyâ ve muhaddis Humeydî (Rahimehumellâh) gibi âlimlerden hadîs tahsîl etti. Daha sonra bu maksatla ilim merkezlerini dolaşmaya başladı.
İmâm-ı Buhârî Hazretleri kendilerinden hadîs yazdığı muhaddislerin sayısının 1080 olduğunu söyler. (ez-Zehebî, A‘lâmü’n-nübelâ, 12/395)
Meşhur talebesi Firebrî (Rahimehullâh) “el-Câmi‘u’s-sahîh”i İmâm-ı Buhârî Hazretleri’nden 90.000 talebenin dinlediğini söylemektedir. En tanınmış diğer talebeleri ise İmâm-ı Müslim, Tirmizî, Ebû Hâtim, Ebû Zür‘a er-Râzî, Muhammed ibni Nasr el-Mervezî, Sâlih Cezere ve İbnü Huzeyme (Rahimehümullâh) gibi muhaddislerdir.
İmâm-ı Buhârî Hazretleri’nin uzun seyahatleri sonunda derlediği hadislerle geniş bir kütüphâne meydana getirdiği ve seyahatleri esnâsında kitaplarını imkân nispetinde yanında taşıdığı anlaşılmaktadır.
Yardımcısının, odasında adım atacak yer bulunmadığından şikâyet etmesi, bir gece uyumayıp o güne kadar yazdığı hadisleri hesapladığını ve senedleri muttasıl 200.000 hadîs kaydetmiş olduğunu söylemesi de bunu göstermektedir. (ez-Zehebî, A‘lâmü’n-nübelâ, 12/411, 412, 452)
Yazdığı hadislerin kitaplarda kalmayıp onları hâfızasına nakşettiğini gösteren en iyi örneklerden biri Bağdat’ta verdiği imtihandır. İbnü Adî (Rahimehullâh)ın rivâyetine göre, İmâm-ı Buhârî Hazretleri’nin Bağdat’a geldiğini duyan muhaddisler 100 hadisin sened ve metinlerini birbirine karıştırarak bunları on kişiye verdiler ve onlara İmâm-ı Buhârî Hazretleri ilim meclisine gelince bu hadisleri sırayla sormalarını söylediler.
Bu on kişi tespit edilen hadisleri çeşitli İslâm ülkelerinden gelmiş olan muhaddislerin huzûrunda okuyarak bunların mâhiyeti hakkında bilgi istediler. İmâm-ı Buhârî (Rahimehullâh) Hazretleri onlara bu hadislerin hiçbirini okunduğu şekliyle bilmediğini belirttikten sonra, ilk soruyu yönelten kimseden başlayarak, sordukları hadislerin sened ve metinlerinin doğrusunu her birine ayrı ayrı söyledi.
Böylece İmâm-ı Buhârî (Rahimehullâh) Hazretleri hakkında tereddüdü olanlar onun nasıl bir hâfıza gücüne ve ne kadar geniş bir hadîs ilmine sâhip olduğunu yakînen anladılar.
İmâm-ı Buhârî Hazretleri kendisinden ilim tahsîl etmek isteyen herkese bildiğini esirgemeden vermesine rağmen devlet adamlarından uzak durur, onların saraylarına gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak kabûl eder ve bu uğurda her zorluğa katlanmayı göze alırdı.
Horasan vâlisi Hâlid ibni Ahmed ez-Zühlî ona bir adamını göndererek “el-Câmi‘u’s-sahîh”, “et-Târîhu’l-kebîr” ve diğer eserlerini kendisinden dinlemeyi arzu ettiğini bildirince bu talebi reddetti.
İmâm-ı Buhârî (Rahimehullâh) ilmi küçük düşüremeyeceğini, onu başkalarının ayağına ötüremeyeceğini, gerçekten arzu ediyorsa hadîs okuttuğu mescide gelmesini, bunu da istemiyorsa hadîs okutmasını yasaklayabileceğini bildirdi ama ilmi kimseden esirgemediğini de haber verdi.
Buhârâ vâlisinin sâdece kendi çocuklarına ders vermesi yolundaki isteğini de ilmi belli insanlara tahsis edemeyeceği gerekçesiyle reddetti.
Bunun üzerine vâli, yakın adamlarından bâzılarının İmâm-ı Buhârî Hazretleri’nin Ehl-i Sünnet görüşüyle bağdaşmayan fikirlere sâhip olduğunu iddiâ etmelerini sağladı. Sonra da bu iddiâya dayanarak onun kendi memleketinden sürgün edilmesine hükmetti.
Bu durum karşısında İmâm-ı Buhârî Hazretleri Buhârâ’dan ayrılarak oradan Semerkand’e gitmek üzere yola çıktı. Semerkand’e 3 mil mesâfede bulunan Hartenk kasabasındaki akrabâlarını ziyâret etti.
Fakat orada hastalandı ve Semerkand’e gidemedi. 256 yılının Ramazan Bayramı gecesi vefât etti, ertesi gün (1 Eylül 870 Cumâ) orada toprağa verildi. Âilesi hakkında bütün bilinenler, Ahmed adında bir oğlu olduğu ve evinde birkaç yardımcısı bulunduğundan ibârettir.
İmâm-ı Buhârî Hazretleri’nin Bâzı Husûsiyetleri
İmâm-ı Buhârî Hazretleri orta boylu olup zayıf ve ince bir yapıya sâhipti. Birçok güzel huyu yanında az konuşması, başkalarının sâhip olduğu imkânlara özenmemesi gibi özellikleri de vardı.
Yiyip içmeye önem vermezdi. Onun cömertliğini, dünyâ malına değer vermediğini ve yardım severliğini gösteren davranışları pek çoktur.
25.000 dirhem alacaklı olduğu birine karşı gösterdiği müsâmaha dikkat çekicidir. Uzun zamandan beri borcunu ödemeyen bu şahıstan bâzı idâreciler vâsıtasıyla alacağını tahsîl etmesini tavsiye edenlere “Ben onlardan yardım istersem onlar da benden işlerine geldiği gibi fetvâ vermemi isterler, dünyâ için dînimi satamam.” demiştir.
Fakat bâzı dostları ona rağmen bu konuyu yöneticilere söylediler. İmâm-ı Buhârî (Rahimehullâh) Hazretleri bunu haber alınca ilgililere mektup yazarak borçluya bir kötülük yapılmamasını istedi ve onunla her yıl kendisine 10 dirhem ödemek üzere anlaşma yaptı.
İmâm-ı Buhârî Hazretleri’nin dünyâ işleriyle ilgilenmediği, şahsî işlerini bir adamının yürüttüğü kendi ifâdelerinden anlaşılmaktadır.
İmâm-ı Buhârî Hazretleri’nin ahlâkî fazîletleri, tenkit ettiği râviler hakkında bile son derece mûtedil ve insaflı sözlerinde görülür. Bir râvi için kullandığı en ağır cerh ifâdeleri, o kimsenin güvenilemeyecek kadar zayıf olduğunu beyân sadedinde “Münkerü’l-hadîs”, muhaddislerin onun hakkında fikir beyân etmediğini ise “Seketû anh” tâbirlerinden ibârettir.
İmâm-ı Buhârî (Rahimehullâh) hadîs uydurmakla tanınan kimseler hakkında bile yalancı (kezzâb) ifâdesini pek nâdir kullanmıştır. Gıybetten sakınarak kimseyi çekiştirmediğini söylemesi ve:
“Ben umuyorum ki Allâh’a kavuştuğumda herhangi bir kimseyi gıybet ettiğime dâir beni muhâsebeye tâbi tutmayacaktır. Çünkü gıybetin, kendisi ile meşgul olanlara zarar verdiğini bildiğim günden beri aslâ kim-
seyi gıybet etmedim.” (ez-Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 19/259) demesi bu konudaki titizliğini göstermektedir.
İmâm-ı Buhârî Hazretleri’nin oğlu gibi sevip ilgilendiği kâtibi Muhammed ibni Ebû Hâtim onun ok atmayı çok sevdiğini, yanında bulunduğu uzun yıllar boyunca attığı oklardan sâdece ikisinin hedefe isâbet etmediğini ve bu hususta kimsenin onunla boy ölçüşemeyeceğini söylemektedir. Bâzı kitaplarda yer alan ahlâkî beyitleri ise onun şiir zevkini yansıtmaktadır.
İmâm-ı Buhârî Hazretleri’ni yakından tanıyan âlimlerin takdirkâr ifâdeleri, onun ilmî şahsiyeti hakkında fikir vermektedir.
Hocası Nu‘aym ibni Hammâd (Rahimehullâh) ile muhaddis Ya‘kûb ibni İbrâhîm ed-Devrakî (Rahimehullâh): “Buhârî bu ümmetin fakîhidir.” derlerdi.
Hadîs ve fıkıh ilimlerindeki derin bilgisiyle tanınan hocası İshâk ibni Râhûye (Rahimehullâh) muhaddislere: “Bu gençten hadîs yazınız.” diye tavsiyede bulunduktan sonra “Eğer Buhârî, Hasen-i Basrî (Radıyallâhu Anhümâ) zamânında gelmiş olsaydı hadîs ve fıkhı çok iyi bildiği için herkes ona başvurmak zorunda kalacaktı.” derdi.
Yine Basralı hocalarından ve “Emîrü’l-mü’minîn fi’l-hadîs” lakabını almış nâdir muhaddislerden biri olan Alî ibni Medînî (Rahimehullâh)a “Buhârî sâdece senin yanında tevâzu gösteriyor.” dediler.
İbnü’l-Medînî (Rahimehullâh) da: “Siz ona bakmayın, onun gözleri kendisi gibi birini daha görmemiştir.” karşılığını verdi.